Türkiye'nin En Mutlu Forumu
Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.

http://yeterince.benimforum.org/
 
AnasayfaLatest imagesAramaKayıt OlGiriş yap

Vücudumuzdaki Hassas Denge

Önceki başlık Sonraki başlık Aşağa gitmek
Yazar Mesaj
Misafir
Misafir
avatar



Vücudumuzdaki Hassas Denge Vide
MesajKonu: Vücudumuzdaki Hassas Denge Vücudumuzdaki Hassas Denge Icon_minitime04.08.08 10:34

Prof.Dr. Ömer ARİFAĞAOĞLU



Bütün canlıların sudan yaratıldığını bildiren Kur'an-ı Kerim'in
mucizevî beyânından suyun hayat için ne kadar mühim olduğunu anlıyoruz.
Nitekim vücudumuzun yaklaşık % 60'ı sudur. Vücudumuzdaki bütün hayatî,
kimyevî ve fizyolojik hâdiselerin ancak sulu bir vasatta cereyan
ettiğini öğrendiğimizde ve su olmayınca hücredeki reaksiyonların
bozulduğunu gördüğümüzde, yukarıdaki beyânın hikmetini daha iyi
anlıyoruz. Erişkin bir insanın 70 kg olduğu farz edilirse, vücuttaki
toplam su miktarı yaklaşık 42 litre olur. Bunun 28 litresi hücrelerin
içinde, 14 litresi ise, hücrelerin dışında bulunur. Erişkin insan
vücudunda yaklaşık 100 trilyon hücre bulunmaktadır. Bu hücrelerin
tamamı, hücre dışı sıvı olarak tanımladığımız bir ortam içinde her
taraftan kuşatılmış olarak bulunur. Dokularda birbirine yapışık
gördüğümüz her hücrenin etrafı, çok ince bir sıvı ile çevrilidir. Bu iç
ortamın muhtevası vücudun her tarafında aynıdır: Yani karaciğerdeki iç
ortamda hangi yoğunlukta glikoz, oksijen veya vitamin varsa, beyindeki
iç ortamda da aynı yoğunlukta vardır. Belki ilk anda kan,
beyin-omurilik sıvısı, mide ve bağırsak boşluklarındaki sıvılar, safra
vs gibi salgıların bu iç ortamı farklı hallere çevirdiğini
düşünebilirsiniz. Ancak bu sıvıların hepsi hücrelerin dışında ve organ
boşluklarında olduklarından sadece ait oldukları organda belli
fonksiyonlar için yaratılmışlardır. Halbuki hücrelerin içinde bulunduğu
ortamın terkibi, bütün hücreler için homojen bir yapıda olup, aynı
özelliğe sahiptir. Bu ortamda hücrelerin yaşaması için gerekli
miktarlarda oksijen, gıda maddeleri, iyonlar, vitaminler, hormonlar vs
bulunur.

İç ortamın ana maddesini teşkil eden su içindeki diğer maddelerin
(inorganik tuzlar ve glikoz gibi) yoğunluklarının ve bu ortamdaki
fizikî şartlar açısından sabitliğin veya statik halin devam
ettirilmesine homeostazis denmektedir. Fakat statik hali cansız
nesnelerin hiç değişmeyen durumlarıyla kıyas edemeyiz. Canlılardaki
statik veya kararlı hal, dinamik ve her an belli sınırlar içinde
değişen bir durumdur. Normal veya ortalama diyebileceğimiz bir değer
etrafında küçük miktarlardaki artma veya eksilmelerle, esas olması
gereken değerler her an kontrol edilerek ideal hal devam ettirilir. Bu
yüzden homeostazis çok önemlidir; çünkü canlı kalmamız homeostazisin
belli sabit değerler etrafında devamına bağlıdır. Çeşitli sebeplerle iç
ortamın bu hassas dinamik dengesi bozulduğunda, iç ortamdaki madde
yoğunlukları artsa da, azalsa da hastalık sebebidir. Meselâ, hayatî bir
gaz olan oksijenin yoğunluğu normal değerinin dışında arttığında,
oksijen zehirlenmesi ile hücreler ölür; aksine bulunması gereken
miktarın altına düştüğünde ise, gıdalardan enerji üretilemez ve yine
hücreler ölür. Başka bir misal verecek olursak: Hücre dışındaki sıvının
terkibinde bulunması gereken şeker miktarı sabit olmalıdır. Eğer şeker,
normal sınırlarından daha fazla artarsa, hiperglisemi (yüksek şeker);
bulunması gereken değerin altına düştüğünde de, hipoglisemi (düşük
şeker) denen anormallikler oluşur. Bu misâllerden de anlaşıldığı gibi
homeostazisin bozulması, ölümle neticelenecek hastalıkların ortaya
çıkmasına sebep olabilir.

Kalb istirahat esnasında, kanın tamamını bir dakikada pompalar, yani
kan bir dakikada bütün vücudu dolaşır. Kanı dokulara getiren ve
dokulardan kalbe döndüren atar ve toplar damarlar arasındaki irtibatı
sağlayan kılcal damarlar, gözümüzle göremediğimiz halde, en hayatî
işlere vesile olmaktadır.

İnsan vücudundaki bütün hücre, doku, organ ve sistemler akıl ve ilim
sahi-biymişler gibi, homeostazisin devam etmesi için çalışırlar. Normal
çalışma içinde hiçbir organ, yaratılıştan tâbi olduğu kaide ve esaslara
isyan edip, homeostazisi bozmaya çalışmaz. Şâyet hücrelerimizin iç
ortamını ayarlama imkânı bize verilmiş olsaydı, hayat yaşanmaz olurdu.
Yediğimiz ve içtiğimiz her maddeyi en ince miktarlarına kadar
hesaplamamız ve her bir molekülü gerekli yerine göndermemiz
gerekecekti. En küçük bir dağıtım hatasında veya miktarlardaki
miligramlık hatalar bile, hayatımızın sonlanmasına sebep olacaktı.
Fakat biz hiç farkında olmadan bu hassas ayarlamalar, bütün hücre ve
dokularda aksamadan yürütülmektedir.

Tabiî gıdalarla beslenme, homeostazisinin devamına katkıda bulunurken,
rafine edilerek veya değişik işlemlerden geçirilerek tabiiliği bozulmuş
gıdalar, alkol, sigara ve aşırı yemek homeostazisi bozar. Hekimler,
hastalıkların tedavisinde gayretlerini homeostazisin devamı için sarf
ederler. Hastalığın tedavisinde homeostazisi bozacak ilâç veya
ameliyatlar faydalı değildir.

Homeostazisin sürdürülmesi, yani hayatın devamı için üç mekanizmanın iyi işlemesi gereklidir:

l- İç ortamda homojenliğin sağlanması gereklidir. Nasıl ki bir çorba
pişirilirken karıştırılmazsa, homojen olmaz; altı yanar, üstünde su
birikir, yağları bir tarafa, unları bir tarafa birikerek topaklar
teşkil eder. Bunun gibi, hücre iç ortamında homojenliğin sağlanması
için sürekli karıştırılması gereklidir. Bu karıştırma işlemi için, kalb
ve damar sistemi vazifelendirilmiştir. Erişkin insan vücudunda yaklaşık
5 litre kan vardır. Kalb istirahat esnasında, bir dakikada kanın
tamamını pompalar, yani bütün kan bir dakikada bütün vücudu dolaşır.
Kanı dokulara getiren ve dokulardan kalbe döndüren atar ve toplar
damarlar arasındaki irtibatı sağlayan kılcal damarlar, gözümüzle
göremediğimiz halde, en hayatî işlere vesile olmaktadırlar. Her türlü
gıdanın, suyun, mineral tuzların ve oksijenin kan sıvısı taşınmasına
vesile olan kılcal damarlar ile hücrelerin arasında bulunan doku sıvısı
arasında sürekli bir alışveriş vardır. Kılcal damarlarda alışveriş o
kadar hızlıdır ki, su molekülleri kılcal damardan geçiş süresince
herhangi bir dokudaki hücrelere 80 defa girip çıkabilir. Bağırsaklardan
kana geçen bir besin maddesi veya bir bezden salgılanan hormon, en
fazla bir dakika içinde, kan vasıtasıyla dokulara taşınarak bütün vücut
hücre dışı sıvı ortamına eşit yoğunlukta yayılır. Akciğerden kana geçen
oksijen yaklaşık bir dakika içinde, beynimizden bağırsağımıza, ayak
parmağımızdan saçımızın dibindeki hücrelere kadar hemen bütün
hücrelerin etrafında eşit yoğunluğa ulaşır. Bu hâdise egzersizde yedi
misli hızlanabilir.

2- Hücre dışı ortamdaki besin maddeleri ve oksijen, hücreler tarafından
sürekli kullanılmaktadır. Neticede bu maddelerin miktarında bir azalma
olmaması için, hücre dışı sıvı ortama sürekli gıda ve oksijen
sağlanması gereklidir. Bu işlem için bütün hücreler devamlı kontrol
altında olduğundan, herhangi bir eksiklik durumunda önce sistem
haberdar edilir. Daha sonra hemen akciğerler, mide ve bağırsak gibi
organlara emirler gönderilerek, gerekli oksijenin ve gıdanın
sevkiyatının yapılması temin edilir. Homeostazisin bozulmaması için
akciğerler sürekli çalıştırılarak hücre dışı ortama oksijen verilir,
bağırsaklar da iç ortama besin maddesi vermekle vazifelidir. Bu açıdan
karaciğere çok önemli vazifeler yüklenmiştir. Tokluk esnasında miktarı
artan gıda maddeleri karaciğerde depo ettirilir ve böylece gıda
maddelerinin kanda aşırı yükselerek homeostazisi bozmasına izin
verilmez. Ayrıca toklukta karaciğerde depo ettirilen gıda maddelerinin,
açlık yaşanacağı durumlarda kontrollü olarak kana verilerek belli
miktarın altına düşmesine izin verilmez.

3- Hücrelerin en önemli vazifelerinden biri, gıda maddelerini
harcadıktan sonra, üretilen karbondioksit ve diğer artık maddeleri
hücre dışı sıvı ortama vermeleridir. Evimizde yaktığımız sobanın külünü
atmadığımız zaman bir müddet sonra artık sobamızı kullanamayacağımız
gibi, hücrelerimizdeki artık maddeleri atamazsak, bunlar birikerek
homeostazisin bozulmasına sebep olur. Meselâ, azotlu bir atık olan üre
birikirse, "üremi" denen bozukluk ortaya çıkar. Akciğerler de sobamızın
bacasından karbondioksitin atılmasına benzer şekilde vücudumuzun atığı
olan aynı gazı sürekli olarak dışarı atmak üzere vazife yaparlar. Artık
maddelerin büyük bir kısmı böbrekler vasıtasıyla vücuttan atılırken, az
bir kısmı da karaciğer tarafından bazı muamelelerden geçirildikten
sonra bağırsaklar yoluyla dışarıya atılır.

Kalb istirahat esnasında, kanın tamamını bir dakikada pompalar, yani
kan bir dakikada bütün vücudu dolaşır. Kanı dokulara getiren ve
dokulardan kalbe döndüren atar ve toplar damarlar arasındaki irtibatı
sağlayan kılcal damarlar, gözümüzle göremediğimiz halde, en hayatî
işlere vesile olmaktadır.


Homeostazisin devamı için vücudumuza yerleştirilmiş çok önemli bir
mekanizma, negatif geri besleme (negatif feed-back) sistemidir. Bu
mekanizma klimalarımızdaki termostatın çalışmasına benzetilebilir.
Odamızın sıcaklığı klimanın termostatının ayarındaki seviyenin altına
düştüğünde, nasıl otomatik olarak sistem tekrar çalışıp klima, odamızı
ısıtmaya başlıyorsa, hücrelerimizin iç ortamındaki herhangi bir
maddenin miktarı yaratılışımızdaki ayarında bir bozulma olduğunda da
harika bir sistemle düzeltilmektedir. Vücudumuzun iç ortamında bir
madde bulunması gereken üst sınırı aşarsa, derhal aksi mahiyette
çalışan diğer bir sistem uyarılarak, bu fazla miktarın izale edilmesi
için otomatik olarak çalışması başlatılır. Bu yeni mekanizma ise,
miktarını aşmış maddenin azaltılması yönünde bir işlemi başlatır. Aynı
durum, bu maddenin azalması durumunda yukarıda anlatılanların aksine
olarak yürütülür. Meselâ hücre dışı çevrede şeker artarsa, şekerdeki bu
artış pankreas bezinden insülin hormonunun salgılanmasının
tetiklenmesine vesile olur. Bu hormonla başta karaciğer olmak üzere,
hücrelere şekerin girişi artırılarak şekerin yükselmesini önlenir. Bu
durum toklukta ortaya çıkar. Toklukta insülin salgılanması artar, bu
yüzden insüline tokluk hormonu denmektedir. Bu sistem çalışmazsa, yani
şeker yükseldiğinde insülin salgılanmazsa, şeker yükselir ve şeker
hastalığı ortaya çıkar. Açlıkta ise, kan şekeri düşer, yani homeostazis
bozulma eğilimi gösterir. Şekerin düşmesi pankreastan glukagon
hormonunun salgılanmasına sebep olur. Glukagon hormonuyla başta
karaciğer olmak üzere şeker depolarından şekerin hücre dışı sıvı ortama
verilmesi sağlanarak şekerin düşmesi önlenir. Hücre dışı sıvı ortamda,
aşırı şeker, şeker komasına sebep olarak ölüme yol açabildiği gibi,
şekerin düşmesi de düşük şeker (hipoglisemi) komasına yol açıp hastanın
ölmesine sebep olabilir.

Görüldüğü gibi negatif geri besleme mekanizması, homeostazisin
sağlanmasında hayatî önem taşımaktadır. Vücudumuza konulan bu harika
mekanizmayla, bir faktör artarsa, azaltılarak; azalırsa da artırılarak
düzeltilmektedir. Bir faktör arttığında daha da artırılsaydı veya
azaldığında daha da azaltılsaydı, bunun adı pozitif feed back olacaktı.
Pozitif feed backte bozulan faktör daha da bozukluğa yol açmaktadır.
Eğer insan vücuduna bahşedilen fizyolojik hâdiseler bu mekanizma ile
çalışsaydı, yaşamak mümkün olmazdı. Çünkü pozitif feed-back daima
homeostazisin bozulmasına, hastalıklara ve ölümlere sebep olacaktı.
Normal şartlar altında insan vücudundaki hemen hemen bütün
mekanizmalar, negatif feed back prensibine göre çalıştırılır. Ancak bir
faktör aşırı bozulursa, pozitif feed back mekanizmayı başlatarak
homeostaziste hızlı bir bozulmaya ve ani ölüme sebep olabilir. Meselâ
karbondioksit gazının hücre dışı sıvıdaki miktarı 45 mmHg'dır. Bu gaz
artarsa, karbondioksit zehirlenmesine sebep olur. Beyin hücreleri aşırı
karbondioksitli ortamda normal fizyolojik çalışmalarını yapamazlar ve
koma ortaya çıkar. Eğer karbondioksit miktarı azalırsa, bu sefer de
solunum durabilir. Yani normal solunumun devamı için de karbondioksite
ihtiyacımız vardır. Karbondioksit artarsa, beyinde bulunan solunum
merkezini uyararak solunumun daha hızlı ve derinden yapılmasına vesile
olur. Böylece akciğerlerimizdeki karbondioksit miktarının azalması
sağlanır. Bu negatif feed back mekanizmadır. Ancak karbondioksit
miktarı aşırı yükselirse, beyindeki solunum merkezinde bulunan sinir
hücreleri bu aşırı karbondioksit sebebiyle normal fonksiyonlarını
yapamaz hale gelebilirler. Bu durumda solunumu hızlandırmak ve
derinleştirmek yerine, tam tersine solunumun durması ile karşı karşıya
kalabiliriz. İşte çok aşırı miktardaki karbondioksit negatif feed back
yerine bir pozitif feed back mekanizmaya yol açmış olabilir.

Pozitif feed back oluşması aşamasında hekimlik uygulamaları devreye
girmesi gerekmektedir. O zaman hekimlerin dıştan müdahalesi negatif
feed back mekanizmaları başlatacak, pozitif feed back mekanizmaları
sonlandıracak ve homeostazisi tekrar sağlayacak yöntemler olmalıdır.
Görüldüğü üzere hayat çok hassas bir denge ve nizam içinde devam
ettirilmektedir.

Homeostazisin, yani vücuttaki hassas iç dengenin korunması için
atmosferdeki gazların bizim için hassas ayarlanın korunmasına, ihtiyaç
vardır. Meselâ, iç ortamdaki oksijen miktarının sabit tutulması için
atmosferdeki oksijen nispetinin de sabit tutulması gereklidir. Bu
hassas nizam çok geniş bir hâkimiyete işaret ediyor. Öyle bir hâkimiyet
ki hem insan vücudundaki bütün atom ve molekülleri emrinde çalıştırarak
homeostazisi sağlarken, hem de Güneş'teki atomların kontrollü olarak
milyonlarca yıl yanmasını sağlıyor. O zaman bütün bunları Yaratan hem
Güneş'e, hem canlılara, hem o canlılardaki hücrelere ve hem de o
hücrelerdeki atom ve moleküllere hâkim olmalıdır. Bütün bu hassas ve
dengeli hâdiselerin kendi kendine ve tesadüfen olması kesinlikle kabul
edilemez. Tesadüfler, olsa olsa karışıklıklara, bozukluklara ve
dengesizliklere sebep olur. Bu hassas dengenin sağlanması için, iç
ortamdaki bütün atom ve moleküllerin her an O'nun emrinde olmaları
şarttır
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
mustafa
Yeni Üye
Yeni Üye
mustafa

Erkek
Yaş : 29 Kayıt tarihi : 04/08/08 Mesaj Sayısı : 58

Paylaşımlar:
Vücudumuzdaki Hassas Denge Img_left1/1Vücudumuzdaki Hassas Denge Empty_bar_bleue  (1/1)
Mutluluk:
Vücudumuzdaki Hassas Denge Img_left999/999Vücudumuzdaki Hassas Denge Empty_bar_bleue  (999/999)

Vücudumuzdaki Hassas Denge Vide
MesajKonu: Geri: Vücudumuzdaki Hassas Denge Vücudumuzdaki Hassas Denge Icon_minitime08.08.08 18:36

paylasım için saol
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
kaka
Üye
Üye
avatar

Erkek
Yaş : 33 Kayıt tarihi : 13/08/08 Mesaj Sayısı : 87

Paylaşımlar:
Vücudumuzdaki Hassas Denge Img_left1/1Vücudumuzdaki Hassas Denge Empty_bar_bleue  (1/1)
Mutluluk:
Vücudumuzdaki Hassas Denge Img_left999/999Vücudumuzdaki Hassas Denge Empty_bar_bleue  (999/999)

Vücudumuzdaki Hassas Denge Vide
MesajKonu: Geri: Vücudumuzdaki Hassas Denge Vücudumuzdaki Hassas Denge Icon_minitime14.08.08 11:27

tesekkurler bu yaralı bilgileri bizimle paylaştıgın için
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Fatih
™Administrator™
™Administrator™
Fatih

Erkek
Yaş : 29 Kayıt tarihi : 09/09/08 Mesaj Sayısı : 329

Paylaşımlar:
Vücudumuzdaki Hassas Denge Img_left1/1Vücudumuzdaki Hassas Denge Empty_bar_bleue  (1/1)
Mutluluk:
Vücudumuzdaki Hassas Denge Img_left999/999Vücudumuzdaki Hassas Denge Empty_bar_bleue  (999/999)

Vücudumuzdaki Hassas Denge Vide
MesajKonu: Geri: Vücudumuzdaki Hassas Denge Vücudumuzdaki Hassas Denge Icon_minitime10.09.08 16:39

ty kardeşim paylaşımların devamlarını bekleris:D
Sayfa başına dön Aşağa gitmek

Vücudumuzdaki Hassas Denge

Önceki başlık Sonraki başlık Sayfa başına dön
1 sayfadaki 1 sayfası

Bu forumun müsaadesi var: Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
Türkiye'nin En Mutlu Forumu :: Bilgi Bankası :: Lise Bilgileri -
Powered by phpBB © phpBB Group
Copyright © 2009 By Skip & The Vural